GDO'ya Hayır Platformu'ndan Basın Açıklaması


GDO'YA HAYIR PLATFORMU
BASINDA YER ALAN YANILTICI GDO HABERLERİ ÜZERİNE

27.08.2012

Biyogüvenlik Kurulu’nda bilimsel inceleme aşamasında iken, kamuoyu tepkisi karşısında Tüm Gıda İthalatçıları Derneği (TÜGİDER), Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu TGDF) ve Ünak Gıda ve Kimyevi Maddeler San. Ve Tic. Ltd. Şti.’nin gıda amaçlı GDO izin taleplerini geri çekmelerinin hemen ardından bazı gazetelerin bazı köşe yazarları son derece bilgi eksikliği içeren ve gerçekle alakalı olmayan birtakım bilgiler vermek suretiyle halkı yanıltmaya yönelik davranış içerisine girmişlerdir. Köşe yazarlarınca verilmeye çalışılan bilgiler ve açıklamalarımız aşağıda kamuoyu bilgisine ve takdirine sunulmuştur.

Biyoteknolojinin ürünlerini topyekün reddeden sistemli politika yapılıyor. Bu ülkede bilimdışı maalesef sürekli kazanıyor. Biyoteknolojiyi reddetmeyelim. GDO’yu reddetmek bilimi reddetmektir.

Ne yazık ki, bazı köşe yazarlarımız bu ülkede daha neyin tartışıldığını dahi anlayamadan fikir beyanında bulunmaktadır. GDO’lu tohumlar modern biyoteknoloji vasıtasıyla üretilmektedir. Modern biyoteknoloji tıpta (kırmızı biyoteknoloji), endüstride (beyaz biyoteknoloji), su ürünlerinde (mavi biyoteknoloji) ve tarımda (yeşil biyoteknoloji) kullanılmaktadır (Erbaş, 2008). Örneğin, günümüzde bizleri çok ciddi hastalıklara karşı koruyan çok güçlü aşılar, şeker hastaları için hayati öneme sahip insülin, modern biyoteknoloji vasıtasıyla üretilmektedir. Bunun yanında sıklıkla tükettiğimiz yoğurt, peynir, sirke gibi pek çok ürün de klasik biyoteknoloji vasıtasıyla üretilmektedir. Kimsenin biyoteknoloji ürünlerini toptan reddetme gibi bir durumu zaten olamaz. Bazı yazarlarımızın hala anlayamadığı itiraz noktamız ise, GDO’lu tarım ürünlerinin abartılı ve gerçekle bağdaşmayan bir şekilde reklamının yapılması, olumsuzluklarının görmezden gelinerek tüm insanlığın ve doğanın (geri dönüşü olmayacak şekilde) kobay olarak kullanılmasıdır. Bu çerçevede, gerçekle bağdaşmayan yanıltıcı söylemleri düzeltmenin “bilimi reddetmek” anlamına gelip gelmediği konusunu halkımızın takdirine bırakıyoruz.

Yediğimiz her şey GDO’lu.

Halka doğru bilgi vermek gibi büyük sorumluluğu olan basın mensuplarının böylesine yanlış bilgilerle insanları paniğe sevk etmeleri son derece yanlış bir davranıştır. Dünyada GDO’lu tarım ürünlerinin tarımı ve ticareti 1996 yılında başlamıştır. Tarım Bakanlığımız GDO’lu tohumla tarım yapmayı 1998 yılında yayımladığı bir genelgeyle yasaklamıştır. Ülkemize GDO’lu tarım ürünlerinin girişini durdurmak için 2004 yılında GDO’ya Hayır Platformu kurulmuş ve dinamik bir mücadele verilmiştir. Alanı düzenleyen ilk GDO mevzuatımız 2009 yılında yürürlüğe giren bir yönetmelik olmuştur. Biyogüvenlik Yasası 2010 yılında yürürlüğe girmiş, aynı yıl çıkarılan yönetmelikleriyle alan daha detaylı düzenlenmiştir. Mevzuat çerçevesinde bugüne dek GDO’lu 19 adet soya ve mısır çeşidine sadece yem amaçlı izin verilmiştir. Doğrudan insan gıdası olarak izin verilmiş GDO’lu bir ürün yoktur. Ülkemizde yetiştirilen soya, mısır, sebze ve meyve GDO’suzdur.



GDO açlığı bitirecek.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) de 2002 yılında yayımladığı bir raporunda belirttiği üzere dünyada açlık tarımsal üretim yetersizliğinden değil, üretilenin adil paylaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla açlığın nedenini tarımsal üretim yetersizliği olarak görmek son derece yanlış bir saptamadır. Yerküreyi kuzey ve güney olmak üzere iki parçaya ayırırsak, kuzey temel olarak buğdayla güney ise pirinçle beslenmektedir. Bugün stoklarda Türkiye gibi 10 ülkeyi besleyecek buğday, yine ülkemiz gibi 165 ülkeyi besleyecek pirinç vardır. Bunun yanında dünyada neredeyse hepsi gelişmiş ülkelerde olmak üzere 1 milyon 300 bin obez (ETC Group, 2009), buna karşılık çoğunluğu sömürüye maruz kalan güney ülkeleri olmak üzere 1 milyara yakın aç insan vardır (FAO). GDO’nun açlığı önleyebilmesi için en başta yüksek verime sahip olması gerekmektedir. ABD Tarım Bakanlığı Dış İlişkiler Servisi’nin 2006 yılında yayımladığı bir raporunda açık bir şekilde belirttiği üzere üretilen hiçbir GDO’lu tarım ürünü verim artışını hedeflememiştir (Fernandez-Coenejo, 2006). Türkiye’nin GDO’suz tohumla ürettiği mısır ve soya verimi, dünya ortalamasının üzerinde; bu ürünleri %90 oranında GDO’lu tohumla yetiştiren ülkelerin hemen hepsinin oldukça üzerindedir.

GDO tarım ilacı kullanımını ortadan kaldıracak.

Dünyada GDO’lu tohumla tarım yapılan arazilerin neredeyse yarısı tek başına ABD’ye aittir. ABD Tarım Bakanlığı Ulusal İstatistik Servisi verileri kullanılarak yapılan bir çalışma, bu ülkede 1996-2009 yıllarını kapsayan 13 yıllık süreçte GDO’lu tohumla tarım yapan çiftçilerin GDO’suz tohum kullanan meslektaşlarına oranla 144 bin ton daha fazla tarım ilacı kullandıklarını ortaya koymuştur (Benbrook, 2010). ABD’den sonra dünya sıralamasında ikinci sırada yer alan Brezilya’da 2005 yılında aktif madde olarak hektara kullanılan tarım ilacı miktarı 7 kg iken, 2011 yılında %43,2’lük artışla bu miktar 10,1 kg’a yükselmiştir. Aynı yıllar için yabancı ot ilacı kullanımında %44, haşere ilacı kullanımında da %84 artış olmuştur. Brezilya, çok hızlı bir şekilde 8,5 milyar dolara yükselen tarım ilacı pazarıyla da ABD’nin ardından ikinci olmuştur (Freitas Jr, 2012). Brezilya’nın ardından dünya sıralamasında üçüncü sırada yer alan Arjantin’de de yabancı ot ilacı aktif maddesi kullanımı 1996 yılında 13,9 milyon litreden 2008 yılında 200 milyon litreye yükselmiştir (GRAIN, 2009). Bu süre zarfında GDO’lu soya ekim alanı sadece 5 kat artarken, tarım ilacı kullanımı tam 14 kat artmıştır. GDO’lu tohumlarla tarım ilacı kullanımının düşeceğini beklemek mantıken de yersizdir. Zira, GDO’lu tohumları üreten çokuluslu şirketler aynı zamanda dünyanın en önde gelen tarım ilacı üreticileridir ve kazançlarının en önemli bölümünü de tarım ilacı satışları oluşturmaktadır.

Hintliler kör olmaya devam mı etsin?

Yukarıda belirttiğimiz üzere güney yarıküredeki yoksul ülkeler temel olarak pirinçle beslenmektedir. Pirinçte A vitamini bulunmadığından özellikle çocuklarda ve hamile kadınlarda ileri derecede görme kusurları oluşmaktadır. Bu amaçla 1999 yılında Alman ve İsviçreli bilim insanları nergis bitkisinden aktardıkları bir genle pirincin “beta karoten” üretmesini sağlamışlardır. Bu madde insan vücudunda A vitaminine dönüşmektedir. Bu nedenle bu GDO’lu bitkiye “Altın Pirinç” adı verilmiştir (Ye et al, 2000; Piane et al, 2005). Ancak, bu dönüşümün olabilmesi için vücutta yeterli düzeyde protein, yağ ve çinko bulunması gerekmektedir. Bu maddeler şiddetli düzeyde açlıkla karşı karşıya olan o insanların bedenlerinde yeterince bulunmadığından bir çocuğun bu pirinçten yeterli A vitaminini alabilmesi için günde 5,5 kg, kadınların ise 7,5 kilogram pilav yemesi gerekmektedir. Oysa iki havuç ya da yarım tabak sebze yemeği bir insanın günlük A vitamini ihtiyacını büyük oranda karşılamaktadır. GDO’lu bitkilerin besin içeriği zenginlikleri konusunda FAO, Dünya Sağlık Örgütü ve GDO savunucusu internet sitelerinde sürekli Altın Pirinç örneği verilmesine karşın, 10 yılı aşkın süredir bu pirincin ticari amaçlı üretimine her nedense başlanamamıştır.

… GDO’lu gıdalar için de böyle bir inanç var. Araştırmadan, kanıtlamadan, kategorik redde dayalı bir inanç. “Doğal olan iyidir, doğaya müdahale edilirse kötü olur”dan başka bir cümlesi olmayan bir inanç. GDO’ya karşı çıkmak hurafeleri savunmaktır.

Kansere karşı direncimizi artıran isoflavonları GDO’lu soya %12-14 arasında daha az içermektedir (Lappe, et al. 1999). Kalp sağlığı için yararlı fitoöstrojen konsantrasyonu GDO’lu soyada daha düşük miktarda bulunmaktadır (Lappe, et al. 1999). Yağ içeriğinde A vitamini kapsamını artırmak için genetiğiyle oynanan kanolanın, GDO’suzu ile kıyaslandığında, E vitamini içeriğinin son derece azaldığı ve yağ bileşiminin değiştiği saptandı (Shewmaker, et al. 1999). Tüm bu eksiklik ve değişimlerin gelecek nesiller üzerinde nelere yol açacağı şimdiden bilinmemektedir. Kanada’da Sherbrooke Üniversitesi’nde kadınların kan örnekleri üzerinde yapılan bir çalışmada, GDO’lu gıdalarla beslenen kadınların-hatta bu çalışmada yer alan 30 hamile kadının karınlarındaki doğmamış bebeklerinin kanında dahi bitkilere aktarılmış olan bakterinin zehrini tespit edilmiştir (Aris and Leblanc, 2011). Gönüllü insan denekler üzerinde sadece GDO’lu soya yedirilmek suretiyle gerçekleştirilen bir çalışmada, GDO’lu DNA’nın sindirim sisteminde tamamıyla parçalanmadığı ve bağırsak bakterilerine geçtiği tespit edilmiştir (Heritage, 2004; Netherwood, et al. 2004). Bu da bize GDO’lu DNA parçalarındaki antibiyotik direnç genlerinin sindirim sistemimizde hastalık yapan bakterilere geçmesi halinde ciddi bir rahatsızlıkta antibiyotik tedavisinden fayda bulmayacağımızı göstermektedir. GDO’lu yemle yapılan hayvan besleme denemelerinde ise özellikle sindirim sistemi ile karaciğer ve böbreklerde tahribat, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve kısırlık gibi olumsuzluklara rastlanmaktadır (Zentek et al, 2008; Hines 1993; Trabalza-Marunicci et al, 2008; Finamore, 2008). GDO’lu ürünlerle kullanılan tarım ilaçlarının insan hücrelerinde zehirli etki gösterdiği saptanmıştır (Gasnier et al, 2009). Bu nedenle ülkemizde de gıda amaçlı GDO başvurularını değerlendiren Biyogüvenlik Kurulu’nun Bilimsel Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komiteleri GDO’ları halk sağlığı açısından önemli bir risk olarak görmüş ve hiçbirinin gıda amaçlı kullanımlarına onay vermemiştir. Bu bilimsel verilerden hareketle “GDO’lara karşı çıkmanın ne demek olduğu” yanında, tüm bu gerçeklere karşın “hiç sorgulamaksızın GDO hayranı olmanın ne demek olduğunu” kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.

Soğuğa ve susuzluğa dayanıklı buğdayın doğada var olduğunu mu sanıyorsunuz? Hibrit domates tohumu yaratılmamış olsaydı domates bu kadar ucuz ve dünyada bu kadar çok insan için ulaşılabilir olur muydu sanıyorsunuz?

Evet efendim, dünyada soğuğa da kuraklığa da dayanıklı buğday çeşidi vardır ve üstelik GDO’suzdur. Ülkemizde de Tarım Bakanlığı bünyesindeki araştırma enstitülerimizin soğuğa, kışa ve kuraklığa karşı geliştirdikleri pek çok buğday çeşidi vardır. Hem de GDO’suz. GDO’lu buğdayı 2002 yılında Monsanto yaratmıştır. Köşe yazarlarımızın gönlünden geçen amaçlar için değil, tarım ilacı satışlarını artırsınlar diye yabancı ot ilacına dayanıklı tohum geliştirmişlerdir. Söz konusu çokuluslu şirket ABD ve Kanada’da yapmış olduğu ticari amaçlı üretim başvurusunu, henüz izin işlemi tamamlamadan 2004 yılında geri çekmiştir. Yani dünyanın hiçbir yerinde izin almış GDO’lu bir buğday çeşidi yoktur. Diğer yandan hibrit domates GDO’lu domates değildir. Hibrit, birbirini dölleyebilen bitkilerin oluşturduğu melezdir. GDO’da ise tohuma bir toprak bakterisinin zehir salgılayan genini aktararak, bitkinin tüm dokularında zehirli protein üretimi sağlanmaktadır. Hibriti doğa yaparken GDO ancak laboratuvarda ileri teknoloji kullanılarak oluşturulabilmektedir. GDO’yu güzel göstermek için verilen örneklerin GDO’larla uzaktan yakından ilgisi yoktur.


İşin en üzücü yanı…

Halkımız GDO’nun ne demek olduğunu, hatta ne demek olmadığını dahi anlamışken, “bazı akademisyenlerimizin” son derece yanlış verilerle dolu, biyoteknoloji, GDO, hibrit kavramlarını bilmeyen ve yanlış kullanan, kötüyü güzel göstermek için kötü örneklerle destekleyen ve burada yanlışlarını düzeltmeye çalıştığımız gazete yazılarına “GDO’ya objektif bir yaklaşım, rehberi bilim olanların bakış açısı” şeklinde yorum yapmaları, gülünesi değil, ağlanası bir durumdur!

Sonuç olarak;

GDO’lar dünyadaki açları değil, çokuluslu şirketleri besleme projesidir.

GDO’lar tüm dünya çiftçilerini tohum ve tarım ilacı kapsamında sadece birkaç çokuluslu şirkete bağlama projesidir.

GDO’lar dünyadaki açlığa ya da tokluğa sadece birkaç çokuluslu şirketin karar verme projesidir.

GDO’lar tüm insanlığı birkaç çokuluslu şirketin yönetmesi projesidir.

GDO’lar biyolojik çeşitliliğin azaltılması, tek bir ürünün geniş alanlarda yetiştirilmesi (monokültür) projesidir.

GDO’lar tüm insanlığın ve tabiatın kobay olarak kullanılması projesidir.

GDO’lar bilimin ticarileştirilmesi ve gerçeklerin üzerinin örtülmesi projesidir.

GDO taraftarları, aslında tüm bu olumsuzlukları çok iyi bildiklerinden gıdaların üzerine “GDO’ludur” yazmaya yanaşmamaktadır.

Ülkemizde GDO’ya değil, kendimize yeterliliği hedefleyen doğru bir tarım politikasına ihtiyaç vardır.

İnsan ve hayvan sağlığı ile biyolojik çeşitliliğin korunması için tüm veriler insanoğlunun GDO’lu tohumlardan, bunlarla üretilmiş tarım ürünlerinden ve gıdalardan, GDO’lu yemle beslenmiş hayvansal ürünlerden uzak durması gerektiğini göstermektedir. Bunu sağlayabilmek için de başta GDO’ya Hayır Platformu olmak üzere meslek odalarına, çiftçi örgütlerine, sendikalara, tüketici derneklerine ve çevre örgütlerine büyük sorumluluk düşmektedir.

*GDO’ya Hayır Platformu

*GDO’ya Hayır Platformu, 2004 yılından bu güne seksenden fazla kurumsal üyesiyle çevre, ekoloji, biyoçeşitlilik, insan ve hayvan sağlığını koruma mücadelesini, bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarını yılmadan sürdürmektedir.

2.Karaot Tohum Takas Şenliği

2.Karaot Tohum Takas Şenliği
Melda Başçakır tarafından yazıldı.   
Pazar, 19 Ağustos 2012 02:14

Ekolojik Üreticiler Derneği ve Karaot Tohum Derneği olarak Tohum Takas Şenlilkleri düzenlemeye devam ediyoruz.Üreticinin tüketiciyle bir araya gelerek yerli tohumlarını takas ettiği , eski muhabbeti yaşadığı , üretici ve tüketicilerin aracısız bir araya gelerek hayatı paylaştığı tohum takas şenliğini Karaot'da 2.kez yapılıyor.

Bol bol muhabbet edeceğimiz,geleneksel yemeklerin tadına bakacağımız, müzik dinleyeceğimiz, resim sergileyeceğimiz, tiyatro izleyeceğimiz, söyleşeceğimiz, tohumlarımızı seçmeyi öğreneceğimiz, köylü pazarını açacağımız ve en önemlisi de çıkarılan tohum kanuna dur diyeceğimiz şenliğimize sizleri de bekliyoruz.

Ayrıca yazar Buket Uzuner de bizimle birlikte olacak ve Karaot Tohum Takas şenliğinde bir söyleşi gerçekleştiricek ve kitabını imzalayacaktır.
Kitaplarını beğenerek okuduğumuz yazarımız Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim türk geleneği Şamanlıka selam ederken okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor.
Kaynak:
http://www.ekolojikureticiler.org/index.php/haberler/417-2karaot-tohum-takas-enlii-

Kastamonu'nun Siyez'i Presidia Oldu-II




İtalya’dan siyez için geldiler

Kastamonu Gazetesi 26/08/2012


Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sardo ve Palermo Üniversitesi Ziraat Bölümü Öğretim Görevlisi Francesco Sottile, siyez bulguru ile ilgili incelmelerde bulunmak üzere önceki gün İtalya’dan ilimize geldi. Sardo ve Sottile’nin üç gün sürecek Kastamonu gezisine Slow Food Gençlik Gıda Hareketi ve Slow Food İstanbul-Fikir Sahibi Damaklar üyeleri Burcu Gezeroğlu ile Biriçim Özhuy da katılıyor.
“Süt ve eti neden mamül hale getirmiyorsunuz?”
İlimizdeki programlarına Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Kastamonu İl Müdürlüğü’nü ziyaret ederek başlayan Slow Food yetkilileri, İl Müdürü Osman Yaman’dan ilimizdeki tarım ve hayvancılık faaliyetleri hakkında geniş bilgi aldılar. İl Müdürü Yaman’a süt ve et üretimi ile ilgili çeşitli sorular soran Sardo ve Sottile, üretilen hammaddenin ilimizde kurulacak işletmelerde mamüle dönüştürülmesi gerektiğine işaret ettiler. 

Presidium’da son aşama

Slow Food yetkilileri dün sabah ise güne Vali Erdoğan Bektaş’ı makamında ziyaret ederek başladılar. İhsangazi Kaymakamı Ahmet Başer, Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Osman Yaman ile İhsangazi İlçe Müdürü Ömer Şahin, Kastamonu Ziraat Odası Başkan Yardımcısı Serdar İzbeli, KASTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Güran Ünal da valilikte yapılan toplantıda hazır bulundu.
Slow Food Gençlik Gıda Hareketi ve Slow Food İstanbul-Fikir Sahibi Damaklar üyeleri Burcu Gezeroğlu ile Biriçim Özhuy Vali Erdoğan Bektaş’a, siyez bulgurunun Slow Food tarafından ülkemizin ilk “Presidium” ürünü olarak ilan edilmesi için başlattıkları çalışmada son aşamaya geldiklerini belirterek, Sardo vee Sottile’nin bu amaçla İhsangazi ilçesindeki üretim alanlarında incelemelerde bulunacaklarını kaydettiler. Gerezoğlu ve Özhuy, İhsangazi Siyez Bulguru’nun Ekim ayı sonunda İtalya’da yapılacak ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelecek yerel gıda ürünlerinin sergilendiği uluslararası fuarda da ülkemizi temsil edeceğini belirttiler.

“Bu, Türkiye için çok önemli bir proje”

Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sardo ise Kastamonu’da bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdikten sonra şunları söyledi: “Bu, Türkiye için çok önemli bir proje. Siyez bulguru Türkiye’nin korunma altına alınan ilk ünvanlı ürünü olacak. Bizim Slow Food olarak Türkiye ile çok iyi bir işbirliğimiz var. Dünya üzerinde 400 proje uyguluyoruz. Türkiye’de ise siyez bulguru ile beraber ilk projemizi hayata geçirmiş olacağız. Kastamonu’yu bana gönderilen görsel ve yazılı materyallerden tanıyordum, buraya geldiğimde daha iyi anladım ki Kastamonu, biyoçeşitlilik yönüyle önemli bir tarımsal potansiyel barındırıyor. Biz, siyez bulgurunu ‘Presidium’ ilan ederek, üreticilere ünvan vereceğiz, destek vereceğiz, üretimlerini devam ettirmelerine yardımcı olacağız. Siyez bulgurunun yurtdışı piyasalara açılabilmesi için bir an önce gerekli prosedürlerin yerine getirilmesi lazım”. 
Sardo, ilimizdeki resmi ve sivil tarım temsilcilerini incelemelerde bulunma üzere İtalya’ya davet etmeyi de ihmal etmedi. 

“Su değirmenlerini onaracağız”

Konuklarını dinledikten sonra görüşlerini açıklayan Vali Erdoğan Bektaş, siyez bulgurunun üretimini artırmak ve sürdürülebilir kılmak için Valilik olarak ellerinden gelen desteği verdiklerini belirterek; siyez bulgurunun dünyaya açılması konusunda da yine üzerlerine düşen fazlasıyla yapacaklarını kaydetti. Bu amaçla İhsangazi ilçesindeki su değirmenlerinden bazılarını hayata geçirmek için gerekli tadilatları yapacaklarının altını çizen Vali Bektaş, değirmenleri en kısa sürede faaliyete geçireceklerini ve yasal prosedürleri de tamamlayarak yurtdışına ürün gönderebilecek aşamaya getireceklerini kaydetti.

Daday ve Seydiler’de de incelemelerde bulunacaklar

Vali ziyaretinin ardından Slow Food yetkilileri incelemelerde bulunmak üzere İhsangazi ilçemize hareket ettiler. Gurubun akşam saatlerinde Daday, bugün ise Seydiler’de yapacakları çalışmayı tamamladıktan sonra öğlen saatlerinde yapacakları basın toplantısının ardından ilimizden ayrılmaları bekleniyor.
Kaynak:http://www.kastamonugazetesi.com.tr/gundem/item/145-italya-siyez-icin-geldiler.html#.UDtrssEdCSp

Kastamonu'nun Siyez Buğdayı Presidia Oldu.-I


Siyez “Presidium”una eriyor…
Kastamonu Postası 26/08/2012
 

Vali Erdoğan Bektaş,  mutlulukla tebessüm ederek, “En sonunda yaşını 12 bin 500 yıla çıkardınız mı?” diye sorunca Slow Food’dan Burcu Gezeroğlu’na…

İçimden “Şimdilik” demek geçti.


Öyle ya bakmışsın başka bir “tepe” bulunur yarın bir gün…

Yaşgünü pastasına diktiğimiz mumlar siyezin, bin iki bin mum daha artıverir o dakka.


Öyle görünüyor ki çünkü…

Tarım, yerleşik hayata geçilmeden çok daha önce başladı. Av peşinde koşmak iyiydi elbette de, e insan aynı insan, illa eşeğini sağlam kazığa bağlamalıydı, bi yandan da çaktırmadan ekti biçti bulduğu düz alanları bana kalırsa.


Vali Bektaş, tüm varlığıyla siyezin yanında…

Hatta sanırım kimse anlatmadan o farkına vardı siyezin hazine değerinde olduğuna. Siyez dünya yüzünde bir yere varacaksa, bunda emin olun emeği çok olacak.


Öte yandan…

Siyez bulgurunun yaşını söylediğimde bilakis bu ülkenin tarım bakanlarının, “Hadi ordan” dedikleri günleri yaşadım ben. “Sallama” diyerek lafı ağzıma tıkmıştı hatta bir tanesi.


Siyasiler böyleydi…

Okumuşlar da farklı  değildi hani. Hata bende, tuttum bir profesöre siyez bulgurunun tarihini anlatmaya kalktım ince ince. Hiç unutmam, “Yaşı büyüdükçe fiyatı da artıyor mu?” diye sormuştu. Vurur musun, öldür müsün durumları anlayacağınız.


E tarım bakanlarına, en okumuşlarına anlatamadığını..

“Halka” nasıl anlatacaksın.


Anlatamadık…

Allah’tan, siyezi binlerce yıldan beri ayakta tutan doğal seçilim var da, anlatsan da anlatamasan da, o, belli ki çiftçinin üretiminde çok önemli bir köşe taşı ki, ritmini hiç bozmadan yaşamda kalmaya devam ediyor.


Bi yanıyla…

Bilim insanlarının daha yeni yeni farkına vardıkları siyez buğdayının bilgisine, siyezin işlerine yaraması nedeniyle binlerce yıldan beri vakıflar ve n’apsan da vazgeçmiyorlar.


Siyez, “Diplomat” oluyor…


Nazım, “Güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma, bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum” der bir şiirinde…

Kendini sıcacık bir denize bırakır gibi buğday tarlasına bırakanlar, bu mısraların anlamını çok iyi anlar.


Hele bir tarlanın sınırında görmesin seni, önce sarı başaklarıyla göz kırpar, bakar oralı olmuyorsun, o sıra imdadına yetişen rüzgarın yardımıyla bir sağa eğer başını bir sola, “Gel” der adeta…

Üstelik muadili yok, dünyada bir tane, mumla arasan bir eşine dünya yüzünde rast gelme şansın yok.


Ezelden beri bir Kastamonu’ya göz kırpardı, bundan böyle tüm dünyanın sevgilisi olacak…

İstanbul’daki Fikir Sahibi Damaklar grubunun başlattığı çalışma sayesinde ilimize gelen Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sardo ve Palermo Üniversitesi Ziraat Bölümü Öğretim Görevlisi Francesco Sottile’nin İhsangazi’deki üretim alanlarında yaptıkları incelemelerin sonucunda siyez, umuyorum ki ülkemizin ilk “Presidium” ürünü ünvanına sahip olacak. “Presidium”, bi nevi, korunması elzem ve üretimi sürdürülebilir kılınması için desteklenmesi gereken ürün anlamı taşıyor.


Daha önemlisi ne biliyor musunuz?...

Ekim ayı sonunda İtalya’da Slow Food tarafından dünyadaki tüm ülkelerin yerel ürünlerini bir araya getirecek bir fuar düzenlenecek. İşte bu fuarda ülkemizin iki masası olacak. Bu masalardan birinde İhsangazili siyez bulguru üreticileri oturacak. Ürettikleri bulguru, dünyanın her köşesinden gelen binlerce kişiye anlatacaklar.


Siyezle bereber…

Türkiye konuşulacak, Kastamonu konuşulacak.


Bi nevi…

Olimpiyatta göndere Türk Bayrağı çektirmek gibi bi şey.


Et var, süt var…


İhsangazi’deki üretim alanlarında yapacakları incelemenin ardından siyeze, dünya çapında onur ve isim vererek “Presidium” ilan edilmesini sağlayacak olan Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sardo ve Palermo Üniversitesi Ziraat Bölümü Öğretim Görevlisi Francesco Sottile’nin ilimizdeki ilk durakları… Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü oldu. İl Müdürü Osman Yaman ve yardımcısı Ayhan Çağlayan’dan bilgi aldılar.


Yaman anlattıkça biriktirdikleri soruları ardı ardına sordu ikili…

Sordukları tüm soruların cevabını mantıklı ifadeleriyle Osman Yaman ve yardımcısı Çağlayan verdi. Ben, size İtalya’daki durumu anlatmak istiyorum. Örneğin, “Yerli büyükbaş ırkınız var mı?” dediler. İtalya’da yaklaşık 400 yerli ırk büyükbaş hayvan var ve kimisinin nesli sona doğru ilerlese de korumak içim halk elinden geleni yapıyor.


Sonra, iki yüzküsur bin büyükbaş hayvan varlığımızın olduğunu öğrenince, “Et ve sütü ne yapıyorsunuz?” sorusu geldi haklı  olarak...

Kastamonu’yu geçelim, İtalya’da her şehir kendi ineklerinin sütünden kendi şehirlerinde yapılan peyniri yiyor haberiniz olsun. Yani, süpermarketten gidip, bilmem hangi şehirde üretilen peynire yüz veren yok, illa kendi sütü, kendi peyniri olacak. Et de aynı. Et satışının yapıldığı  dükkanlarda, etin hangi köyden, hangi ırktan olduğunun bilgisi dahi mevcut. Reçeli, marmelatı, zeytinyağı, marulu, domatesi aynı.  “Halden aldım markete sattım, marketten de vatandaş aldı” yok yani.


Patates sordular sürekli, yolboyu görmüşler, “Yerli ırkınız var mı?” dediler…

İrlanda’nın bi dönem patetes üretiminin sıkıntıya düşmesinin ardından adeta kırıldığını  örnek verip, “Aman patatesinize sahip çıkın” demeye getirdiler.


Ben Isırganlık patatesini biliyordum, Karadere’de yetişen patates de meğer çok lezzetli olumuş…

Gelin, evimize almayacağımız gibi, lokantalarda önümüze getirilen “hazır kızartma”  patatesleri de geri gönderelim.


Bu, hayat memat meselesi, küçük görmeyin…

Patates varsa, Anadolu var çünkü.


Çiftçi Vali Bektaş…


Slow Food yetkililerin ziyareti esnasında bir merakımın cevabını bulma şansını yakaladım…

Mevzu, Vali Bektaş’ın konağın bahçesinde yetiştirdiği domateslerin akıbeti. Tohumunu filan merak ediyordum. Bi de lezzetini.


Vali Bektaş’ın küçük bir plantasyonda da olsa domates üretimine başladığından…

Mahsulü, geleneğe uygun toplamak için fındık sepet alması sayesinde şahit olmuştum. Yerli tohum kullanacağından, organik usulle yetiştireceğinden emindim gerçi.


Anladığım kadarıyla kendine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmiş…

Kullandığı tohumun yerli olup olmadığı konusunda, işlerinin yoğunluğu nedeniyle olsa gerek yeterince titiz davranamamış ancak. Sonuçta da hibrite kurban gitmiş.


E hibrit bu, vali de olsan gözünün yaşına bakmaz insanın…

Kendi ifadesi, yetiştirdiği domateslerin ne tadı varmış, ne de kokusu.


Beri yandan iki gün  önce yerel bir üreticiden Serdar İzbeli’ye beraber aldığımız domatesler aklıma geldi…

Üçü bir kiloydu.


Yamru yumru, yer yer çürükleri, lekeleriyle yüzüne bakılmaz haldeydi ama…

Bir kesiverdin mi kokusu, üç mahalle öteden duyuluyordu n’aber.
26.08.2012
MustafaAFACAN
Kaynak:http://www.kastamonupostasi.com/kposta3/index.asp?fuseaction=home.makale&cid=25724

Avrupa'daki Çiftçiler İflasa Sürükleniyor.

Avrupa’daki çiftçiler iflasa sürükleniyor

Yazan  22 Ağu, 2012 
Mısır ve soya fasulyesi fiyatları bu yaz rekor seviyeye çıktı. Artış yem fiyatlarına yansımaya başlayınca Almanya, İspanya ve Fransa’daki tavuk ve et üreticileri iflas bayrağını çekme riskiyle karşı karşıya geldi.
Tahıl fiyatlarındaki artış Avrupa’daki çiftçileri sıkıntıya sokmaya başladı. Almanya’da Kümes Hayvanları Birliği ZDG, bu yaz tahıl fiyatlarında yaşanan artış nedeniyle ülkede bazı tavuk çiftliklerinin iflasa sürüklenebileceğini ve ülkede tavuk eti fiyatlarında önemli artış yaşanabileceğini bildirdi.
ZDG’nin açıklamasında, “Hayvan yemi fiyatlarında meydana gelen dramatik artış Alman kümes hayvanları sektörünü büyük zorluklarla karşı karşıya bırakıyor. Tavuk yetiştirme maliyetinin önemli bir kısmını yem oluşturduğundan, fiyatlardaki patlama Almanya’daki kümes hayvanları üreticilerini mahvedebilir” uyarısında bulundu. Birliğin verdiği bilgiye göre, yem fiyatları 1990′dan bu yana en yüksek seviyesine çıktı ve soya fasulyesinin fiyatı geçen yılın yüzde 75 üzerinde. ZDG, çiftçilerin yüksek yem maliyetlerini telafi edebilmek için, perakende satış gruplarına tavuk ve hindi etindeki fiyat artışlarını kabil etmeleri çağrısında bulundu. Perakendecilerin bu çağrılara kulak tıkaması halinde, çiftliklerin tavuk üretimlerini kısmak zorunda kalabileceği ve bunun neticesinde gelecek yıl kanatlı hayvan arzında büyük bir sıkıntı yaşanabileceği ifade ediliyor.
ABD’deki kuraklık ve sıcak hava dalgasının Rusya’yı da vurmasıyla mısır ve soya fasulyesi fiyatları bu yaz rekor seviyeye yükseldi. Temmuz ayı sonuna kadarki altı haftalık dönemde dünya piyasalarında mısır ve buğday fiyatları yüzde 50 yükselirken, soya fasulyesinin fiyatı yüzde 20′den fazla arttı. Maliyetlerin et fiyatlarından daha hızlı artması birçok üreticiyi iflasa sürükleyebilir ya da hayvanlarını azaltmaya zorlayabilir. Almanya’daki un üreticileri, artın tahıl fiyatları nedeniyle un ve ekmek fiyatlarında artış meydana gelebileceği uyarısı yaptı.
İspanya ve Fransa’da da sıkıntı var
Almanya’da tavuk üreticileri üzerinde büyük bir baskı oluşurken, Avrupa’nın önde gelen et üreticilerinden İspanya da, yem endüstrisi ithalata bağımlı olduğundan tahıl fiyatlarındaki artışı ağır bir şekilde hissetmeye başladı. Ülkedeki tarım birlikleri, durumun gerçekten endişe verici olduğunu, bazı büyük hayvan çiftliklerinin üretimi azaltarak fiyat artışlarına karşı koymaya çalıştığını fakat küçük çiftliklerin ‘dönüşü olmayan’ bir noktaya geldiğini söylüyor.
Tahıllar; kümes hayvanları, sığır ve domuzların beslenmesinde genel olarak yüzde 50′lik paya sahipken, kanola ve soya fasulyesi gibi yağlı tohumlardan elde edilen proteinin hayvanların beslenmesindeki payı yüzde 25. Geri kalanı ise mineraller ve katkı maddeleri oluşturuyor. Avrupa’daki yem üreticileri girdi maliyetlerini aşağı çekerek çiftçileri ve tüketicileri fiyatlardaki oynaklıktan koruyacak başka yem kombinasyonları yaratmaya çalışıyor. Ancak uzmanlara göre manevra alanları kısıtlı.
Yem fiyatları etten daha hızlı artıyor
Fransa’daki çiftçiler de yem fiyatlarındaki artışın çoktan hayvan üreticilerine yansıdığını belirtiyor. Ülkenin en büyük çiftçi birliği FNSEA’nın Başkan Yardımcısı Christiane Lambert, Reuters’a yaptığı açıklamada, ülkede birkaç ay önce yüzde 60 olan yemin domuz eti üretim maliyetindeki payının dünya piyasalarında tahıl fiyatlarının artmasıyla yüzde 70′e yükseldiğini kaydetti. Lambert, yem fiyatlarının et fiyatlarından daha hızlı artmasıyla bazı işletmelerin kapılarına kilit vurmak zorunda kalabileceğini söyledi.
Küresel finans liderleri önümüzdeki aylarda gıda faturalarındaki artışa hazırlıklı olması çağrısı yapıyor ancak Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası şu an için 2007/2008 dönemine benzer bir gıda krizinin işaretlerini almadığını söylüyor.
Arz şoku yaşanıyor
Dünya Bankası Tarım ve Kırsal Kalkınma Bölüm Başkanı Juergen Voegele, şu an büyük bir kriz beklemediklerini belirterek, “Dünyanın yeteri kadar yiyeceği var. Fakat tabiki hava şartlarının ne yönde değişeceğini tahmin edemeyiz. Eğer olağandışı bir şeyler olursa, kendimizi tekrar zor bir durumun içinde bulabiliriz” dedi. Dünya Bankası ekonomisti Andrew Burns de, yüksek gıda fiyatlarının küresel ekonomideki yavaşlamaya etki etmesini beklemediklerini, bununla birlikte yüksek fiyatların tüketiciler için sıkıntı olabileceğini kaydetti.
IMF’nin araştırma Bölüm Başkanı Thomas Helbling de fiyatlarda şu an yaşanmakta olan çıkışı ‘klasik bir arz şoku’ olarak niteledi. Helbling, arz şokunda fiyatların yükseldiğini fakat rekoltenin normal trendlere dönüş yapması halinde gıda fiyatlarının da gerileyeceğini belirtti.
Türkiye’de kuraklık mağduru çiftçilerin borçları ertelenecek
Türk çiftçilerin afetler nedeniyle zarar gördüğünü vurgulayan Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar, 51 vilayette kuraklıkta zarar gören çiftçilerin Ziraat Bankası’na ve Tarım Kredi kooperatiflerine olan borçları bir yıl boyunca erteleneceğini söyledi. Hükümetin 3 yıldır devam ettirdiği destekleme primi uygulamasının bu yıl sona erdiğini, ancak girişimleri sonucu destekleme primlerinin bu yılda devam edeceğini söyleyen Bayraktar şöyle devam etti:
“Ziraat Bankası ile tarım kredi borçlarının yapılandırılması ile alakalı girişimlerimiz oldu. Olumlu sonuçlar aldık. Borçların yapılandırılmasıyla alakalı konu kararname aşamasında ve Bakanlar Kurulu’ndan çıkmak üzere, bayramdan sonra açıklanacak. 51 vilayette kuraklıkta zarar gören çiftçilerimizin Ziraat Bankası’na ve Tarım Kredi kooperatiflerine olan borçları bir yıl boyunca ertelenecek. Buğday ve mısırla alakalı olan beklentilerinizi de biliyorum, bu konuyu takip ediyoruz. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız ve Maliye Bakanımızla görüştük. 7.5 milyar liralık destekleme bütçesi çiftçilerimize dağıtıldı. Maliye Bakanlığı’ndan bununla alakalı ek bütçe istendi, bakanlık ek bütçeyle alakalı çalışmasını yapıyor. Bayramdan sonra görüşmelerimiz devam edecek, bu ödemeler yapılacak, bunu da merak etmeyin.”
Çiftçilikle uğraşan kadınları da odaya üye yapacaklarına dikkati çeken Bayraktar, “Hanımlarımızla alakalı önemli çalışmalar yapıyoruz, eğitim çalışmalarında katkı veriyoruz. Sosyal güvenlikle alakalı müracaat etmeleri halinde eskiye dönük borçlarının faizsiz şekilde yapılandırılmasını sağladık” diye belirtti.
Destekleme primleri devam edecek
Ramazan ayında gıda ürünleri fiyatlarında spekülasyonlara müsaade etmemek için ellerinden geleni yaptıklarını anlatan Bayraktar, “Yapılan çalışmalar sonucunda ramazan ayında ciddi anlamada fiyat artışları olmadı. Halkımız her türlü gıdaya çok rahat ulaştı” şeklinde konuştu. Hükümetle önemli görüşmeler yaptıklarını kaydeden Bayraktar, “Hükümetin 3 yıldır devam ettirdiği destekleme primi uygulaması bu yıl sona eriyordu. Tarım sektöründe fındık üreticilerimizin beklentisi olan dekar başına 150 lira destekleme priminin devam etmesi konusunu Sayın Başbakanımıza, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımıza, Hazineden Sorumlu Başbakan Yardımcımıza arz ettik, bu yıl da dekar başına destekleme devam edecek” ifadelerini kullandı.
Kaynak : Dünya – 22 Ağustos 2012

3/1 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzeleyen Tebliğ







BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç ve kapsam
MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı; 1/9/2012 - 31/8/2016 tarihleri arasında ticari amaçlı su ürünleri avcılığında uygulanmak üzere bilimsel, çevresel, ekonomik ve sosyal hususlar göz önüne alınarak, su ürünleri kaynaklarının korunması, sürdürülebilir işletilmesinin sağlanması için su ürünleri avcılığına ilişkin yükümlülük, sınırlama ve yasakları düzenlenmektir.
Dayanak
MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ; 22/3/1971 tarihli ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ve 10/03/1995 tarihli ve 22223 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Su Ürünleri Yönetmeliğine dayanılarak hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 3 – (1) Bu Tebliğde geçen;
a) Ağ gözü açıklığı: Ağ ıslakken, ağ ipinin ve düğümünün kalınlığına bakılmaksızın, gergin halde bir ağ gözünün karşılıklı iki düğümü arasındaki mesafe (ek-1) olup ağın akış yönü dikkate alınarak, birbirini takip eden yirmi ağ gözünde yapılan ölçümün ortalamasını,
b) Akarsu: Belirli bir yatak içinde sürekli veya zaman zaman akan nehir, çay, ırmak, dere, kanal ve kanalet gibi adlandırılan suları,
c)  Akdeniz: 29° E (doğu) boylamı ile Suriye sınırı arasında kalan suları,
ç)  Alamana ağı: Alttan büzülmeyen, voli ağları olarak da adlandırılan çevirme ağlarını,
d)  Bakanlık: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını,
e) Balık boyu (Toplam boy): Ağzı kapalı iken balık başının ön ucu ile kuyruk yüzgecinin en uzun ışınının bitim noktası arasındaki izdüşüm uzunluğunu, kılıç balığında ise balığın alt çene ucu ile kuyruk yüzgecinin çatalı arasındaki uzunluğu (ek-1),
f) Çapari: Bir beden üzerinde her biri ayrı köstek ile bağlı, ikiden fazla tüylü veya tüysüz, yemli veya yemsiz iğne bulunan olta takımını,
g) Çevirme ağı: Balıkların etrafını çevirmek ve bunları ağ içerisinde hapsetmek suretiyle yakalanmalarını sağlayan istihsal vasıtasını,
ğ) Dip trolü: Su ürünleri avcılığında, kapı kullanılarak deniz zeminine temas etmek sureti ile çekilen trol ağlarını,
h) Dolanan (sürüklenen) ağlar (Drift-Net): Mantar yakası plastik yüzdürücüler ile donatılmış kurşun yakası olmadığı için kendi ağırlığı ile suda asılı kalarak, rüzgar ve akıntı etkisiyle su yüzeyinde hareket eden uzatma ağı çeşidini,
ı) Ege Denizi: Meriç Nehrinin denize döküldüğü yer ile 29° E (doğu) boylamı arasında kalan suları,
i) Gırgır ağı: Alttan büzülen çevirme ağlarını,
j) İğne büyüklüğü (ağız açıklığı): Olta iğnesi bedeninin dış düzlemi ile olta iğnesi ucu arasındaki dik mesafeyi (ek-1),
k) İl müdürlüğü: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı il müdürlüklerini,
l) İlçe müdürlüğü: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ilçe müdürlüklerini,
m) İstiridye boyu: Büyük kabuğun (sol kabuğun), baştaki tepe noktasından (umbo), dikey olarak inen çap uzunluğunu,
n) Kerevit, deniz böceği ve istakoz boyu: Burnun dikenimsi ucundan kuyruk yelpazesinin sonuna kadar olan kısmın uzunluğunu (ek-1),
o) Kum midyesi boyu: Kabukların birleşme noktasından dikey olarak inen çap uzunluğunu (Ek-1),
ö) Liman: Yükleme, boşaltma ve barınma amacı ile kullanılan, dalga hareketlerinin olumsuz etkisinden korunmak için mendireklerle çevrilmiş korunaklı su alanını,
p) Mavi yengeç boyu: Kabuğun (karapaksın) sağ ve sol taraflarındaki sivri çıkıntıların uçları arasındaki izdüşüm uzunluğunu (ek-1),
r) Mil:1852 metrelik deniz mili uzunluğunu,
s) Ortasu trolü: Pelajik balıkların avcılığında kullanılan, dibe temas etmeksizin suyun ortasından veya yüzüne yakın kısmından çekilen trol ağlarını,
ş) Uzatma ağı: Balıkların galsamalarından ağa takılması veya ağa vurdukları esnada yaptıkları hareketlerle ağlara sarılması ya da sık gözlü ağa çarparak, seyrek gözlü ağda torba yapmak suretiyle yakalanmalarını sağlayan istihsal vasıtasını,
t) Zaman yasağı: İki tarih aralığı şeklinde verilen zaman yasaklarında, belirtilen tarihler yapılan düzenlemeye dahil olup, düzenlemelerde belirtilen aylar, tebliğin geçerli olduğu yıllara ait ayları,
ifade eder.

Devamı: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/08/20120822.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/08/20120822.htm

Boy ve ağırlık yasakları
MADDE 17 – (1) Aşağıda avlanabilir asgari boyları ve ağırlıkları belirtilen su ürünlerinin daha küçüklerinin avlanması, karaya çıkarılması, nakledilmesi ve satılması yasaktır.  
  Tür
Latince Adı
Asgarî Boy
(cm)
Asgarî Ağırlık
 (kg)
Ahtapot
Octopus vulgaris
-
1
Akivides
Tapes decussatus,
Tapes philippinarum
2.4

Akya
Lichia amia
30

Bakalyaro (Berlam)
Merluccius merluccius
25

Barbunya
Mullus barbatus
13

Çipura
Sparus auratus
20

Deniz böceği
Palinurus vulgaris
25

Dil Balığı
Solea solea
20

Eşkina
Sciana umbra
25

Hamsi
Engraulis encrasicolus
9

İstakoz
Homarus gammarus
25

İstavrit
İstavrit (Karagöz İstavrit)
Trachurus trachurus
Trachurus mediterraneus
13

İstiridye
Ostrea edulis
6

Kalkan 
Psetta maxima
45

Karagöz
Diplodus vulgaris
18

Kefal (Amuderya kefali)
Mugil soiuy
35

Kefal (Diğer kefaller)
Mugil (Oedalechius) labeo
Chelon labrosus
Liza ramada
Liza saliens
20

Kefal (Has kefal)
Mugil cephalus
30

Kefal (Sarıkulak kefal)
Liza aurata
30

Kılıç
Xiphias gladius
125

Kırlangıç
Chelidonichthys lucerna
18

Kırma (Kırmızı) mercan
Pagellus erythrinus
15

Kidonya
Venus verrucosa
3

Kolyoz
Scomber japonicus
18

Kum şirlanı (Tellina)
Donax trunculus
2.5

Lagos
Epinephelus aeneus
45

Levrek
Dicentrarchus labrax
25

Lipsöz
Scorpaena scrofa
15

Lüfer
Pomatomus saltatrix
20

Mavi yengeç
Callinectes sapidus
13

Mezgit
Merlangius merlangus
13

Midye (Beyaz kum midyesi)
Chamelea gallina
1.7

Minekop (Kötek, Karakulak)
Umbrina cirrosa
25

Nil barbunyası
Upeneus moluccensis
10

Orfoz
Epinephelus guaza
45

Palamut
Sarda sarda
25

Pisi
Pleuronectes spp.
20

Sardalya
Sardina pilchardus, Sardinella aurita
11

Sargos
Diplodus sargos
21

Sarıağız (Halili,Muskar,Grenyüz)
Argyrosomus regius
25

Sarıkuyruk
Seriola dumerili
30

Sinagrit
Dentex dentex
35

Tekir
Mullus surmuletus
11

Ton (Orkinos)
Thunnus thynnus
-
30
Uskumru
Scomber scombrus
20

Yazılı orkinos
Euthynus alletteratus
45