BASINDA
YER ALAN YANILTICI GDO HABERLERİ ÜZERİNE
27.08.2012
Biyogüvenlik
Kurulu’nda bilimsel inceleme aşamasında iken, kamuoyu tepkisi karşısında Tüm
Gıda İthalatçıları Derneği (TÜGİDER), Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri
Federasyonu TGDF) ve Ünak Gıda ve Kimyevi Maddeler San. Ve Tic. Ltd. Şti.’nin
gıda amaçlı GDO izin taleplerini geri çekmelerinin hemen ardından bazı
gazetelerin bazı köşe yazarları son derece bilgi eksikliği içeren ve gerçekle
alakalı olmayan birtakım bilgiler vermek suretiyle halkı yanıltmaya yönelik
davranış içerisine girmişlerdir. Köşe yazarlarınca verilmeye çalışılan bilgiler
ve açıklamalarımız aşağıda kamuoyu bilgisine ve takdirine sunulmuştur.
Biyoteknolojinin
ürünlerini topyekün reddeden sistemli politika yapılıyor. Bu ülkede bilimdışı
maalesef sürekli kazanıyor. Biyoteknolojiyi reddetmeyelim. GDO’yu reddetmek
bilimi reddetmektir.
Ne
yazık ki, bazı köşe yazarlarımız bu ülkede daha neyin tartışıldığını dahi
anlayamadan fikir beyanında bulunmaktadır. GDO’lu tohumlar modern biyoteknoloji
vasıtasıyla üretilmektedir. Modern biyoteknoloji tıpta (kırmızı biyoteknoloji),
endüstride (beyaz biyoteknoloji), su ürünlerinde (mavi biyoteknoloji) ve
tarımda (yeşil biyoteknoloji) kullanılmaktadır (Erbaş, 2008). Örneğin,
günümüzde bizleri çok ciddi hastalıklara karşı koruyan çok güçlü aşılar, şeker
hastaları için hayati öneme sahip insülin, modern biyoteknoloji vasıtasıyla
üretilmektedir. Bunun yanında sıklıkla tükettiğimiz yoğurt, peynir, sirke gibi
pek çok ürün de klasik biyoteknoloji vasıtasıyla üretilmektedir. Kimsenin
biyoteknoloji ürünlerini toptan reddetme gibi bir durumu zaten olamaz. Bazı
yazarlarımızın hala anlayamadığı itiraz noktamız ise, GDO’lu tarım ürünlerinin
abartılı ve gerçekle bağdaşmayan bir şekilde reklamının yapılması,
olumsuzluklarının görmezden gelinerek tüm insanlığın ve doğanın (geri dönüşü
olmayacak şekilde) kobay olarak kullanılmasıdır. Bu çerçevede, gerçekle
bağdaşmayan yanıltıcı söylemleri düzeltmenin “bilimi reddetmek”
anlamına gelip gelmediği konusunu halkımızın takdirine bırakıyoruz.
Yediğimiz
her şey GDO’lu.
Halka
doğru bilgi vermek gibi büyük sorumluluğu olan basın mensuplarının böylesine
yanlış bilgilerle insanları paniğe sevk etmeleri son derece yanlış bir davranıştır.
Dünyada GDO’lu tarım ürünlerinin tarımı ve ticareti 1996 yılında başlamıştır.
Tarım Bakanlığımız GDO’lu tohumla tarım yapmayı 1998 yılında yayımladığı bir
genelgeyle yasaklamıştır. Ülkemize GDO’lu tarım ürünlerinin girişini durdurmak
için 2004 yılında GDO’ya Hayır Platformu kurulmuş ve dinamik bir mücadele
verilmiştir. Alanı düzenleyen ilk GDO mevzuatımız 2009 yılında yürürlüğe giren
bir yönetmelik olmuştur. Biyogüvenlik Yasası 2010 yılında yürürlüğe girmiş,
aynı yıl çıkarılan yönetmelikleriyle alan daha detaylı düzenlenmiştir. Mevzuat
çerçevesinde bugüne dek GDO’lu 19 adet soya ve mısır çeşidine sadece yem amaçlı
izin verilmiştir. Doğrudan insan gıdası olarak izin verilmiş GDO’lu bir ürün
yoktur. Ülkemizde yetiştirilen soya, mısır, sebze ve meyve GDO’suzdur.
GDO açlığı
bitirecek.
Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) de 2002 yılında yayımladığı bir
raporunda belirttiği üzere dünyada açlık tarımsal üretim yetersizliğinden
değil, üretilenin adil paylaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla
açlığın nedenini tarımsal üretim yetersizliği olarak görmek son derece yanlış
bir saptamadır. Yerküreyi kuzey ve güney olmak üzere iki parçaya ayırırsak,
kuzey temel olarak buğdayla güney ise pirinçle beslenmektedir. Bugün stoklarda
Türkiye gibi 10 ülkeyi besleyecek buğday, yine ülkemiz gibi 165 ülkeyi
besleyecek pirinç vardır. Bunun yanında dünyada neredeyse hepsi gelişmiş
ülkelerde olmak üzere 1 milyon 300 bin obez (ETC Group, 2009), buna karşılık
çoğunluğu sömürüye maruz kalan güney ülkeleri olmak üzere 1 milyara yakın aç
insan vardır (FAO). GDO’nun açlığı önleyebilmesi için en başta yüksek verime
sahip olması gerekmektedir. ABD Tarım Bakanlığı Dış İlişkiler Servisi’nin 2006
yılında yayımladığı bir raporunda açık bir şekilde belirttiği üzere üretilen
hiçbir GDO’lu tarım ürünü verim artışını hedeflememiştir (Fernandez-Coenejo,
2006). Türkiye’nin GDO’suz tohumla ürettiği mısır ve soya verimi, dünya
ortalamasının üzerinde; bu ürünleri %90 oranında GDO’lu tohumla yetiştiren
ülkelerin hemen hepsinin oldukça üzerindedir.
GDO tarım
ilacı kullanımını ortadan kaldıracak.
Dünyada
GDO’lu tohumla tarım yapılan arazilerin neredeyse yarısı tek başına ABD’ye
aittir. ABD Tarım Bakanlığı Ulusal İstatistik Servisi verileri kullanılarak
yapılan bir çalışma, bu ülkede 1996-2009 yıllarını kapsayan 13 yıllık süreçte
GDO’lu tohumla tarım yapan çiftçilerin GDO’suz tohum kullanan meslektaşlarına
oranla 144 bin ton daha fazla tarım ilacı kullandıklarını ortaya koymuştur
(Benbrook, 2010). ABD’den sonra dünya sıralamasında ikinci sırada yer alan
Brezilya’da 2005 yılında aktif madde olarak hektara kullanılan tarım ilacı
miktarı 7 kg
iken, 2011 yılında %43,2’lük artışla bu miktar 10,1 kg’a yükselmiştir. Aynı
yıllar için yabancı ot ilacı kullanımında %44, haşere ilacı kullanımında da %84
artış olmuştur. Brezilya, çok hızlı bir şekilde 8,5 milyar dolara yükselen
tarım ilacı pazarıyla da ABD’nin ardından ikinci olmuştur (Freitas Jr, 2012).
Brezilya’nın ardından dünya sıralamasında üçüncü sırada yer alan Arjantin’de de
yabancı ot ilacı aktif maddesi kullanımı 1996 yılında 13,9 milyon litreden 2008
yılında 200 milyon litreye yükselmiştir (GRAIN, 2009). Bu süre zarfında GDO’lu
soya ekim alanı sadece 5 kat artarken, tarım ilacı kullanımı tam 14 kat
artmıştır. GDO’lu tohumlarla tarım ilacı kullanımının düşeceğini beklemek
mantıken de yersizdir. Zira, GDO’lu tohumları üreten çokuluslu şirketler aynı
zamanda dünyanın en önde gelen tarım ilacı üreticileridir ve kazançlarının en
önemli bölümünü de tarım ilacı satışları oluşturmaktadır.
Hintliler
kör olmaya devam mı etsin?
Yukarıda
belirttiğimiz üzere güney yarıküredeki yoksul ülkeler temel olarak pirinçle
beslenmektedir. Pirinçte A vitamini bulunmadığından özellikle çocuklarda ve
hamile kadınlarda ileri derecede görme kusurları oluşmaktadır. Bu amaçla 1999
yılında Alman ve İsviçreli bilim insanları nergis bitkisinden aktardıkları bir
genle pirincin “beta karoten” üretmesini sağlamışlardır. Bu madde insan
vücudunda A vitaminine dönüşmektedir. Bu nedenle bu GDO’lu bitkiye “Altın Pirinç”
adı verilmiştir (Ye et al, 2000; Piane et al, 2005). Ancak, bu dönüşümün
olabilmesi için vücutta yeterli düzeyde protein, yağ ve çinko bulunması
gerekmektedir. Bu maddeler şiddetli düzeyde açlıkla karşı karşıya olan o
insanların bedenlerinde yeterince bulunmadığından bir çocuğun bu pirinçten
yeterli A vitaminini alabilmesi için günde 5,5 kg , kadınların ise 7,5 kilogram pilav
yemesi gerekmektedir. Oysa iki havuç ya da yarım tabak sebze yemeği bir insanın
günlük A vitamini ihtiyacını büyük oranda karşılamaktadır. GDO’lu bitkilerin
besin içeriği zenginlikleri konusunda FAO, Dünya Sağlık Örgütü ve GDO
savunucusu internet sitelerinde sürekli Altın Pirinç örneği verilmesine karşın,
10 yılı aşkın süredir bu pirincin ticari amaçlı üretimine her nedense
başlanamamıştır.
… GDO’lu gıdalar için de
böyle bir inanç var. Araştırmadan, kanıtlamadan, kategorik redde dayalı bir
inanç. “Doğal olan iyidir, doğaya müdahale edilirse kötü olur”dan başka bir
cümlesi olmayan bir inanç. GDO’ya karşı çıkmak hurafeleri savunmaktır.
Kansere karşı
direncimizi artıran isoflavonları GDO’lu soya %12-14 arasında daha az
içermektedir (Lappe, et al. 1999). Kalp sağlığı için yararlı fitoöstrojen
konsantrasyonu GDO’lu soyada daha düşük miktarda bulunmaktadır (Lappe, et al.
1999). Yağ içeriğinde A vitamini kapsamını artırmak için genetiğiyle oynanan
kanolanın, GDO’suzu ile kıyaslandığında, E vitamini içeriğinin son derece
azaldığı ve yağ bileşiminin değiştiği saptandı (Shewmaker, et al. 1999). Tüm bu
eksiklik ve değişimlerin gelecek nesiller üzerinde nelere yol açacağı şimdiden
bilinmemektedir. Kanada’da Sherbrooke Üniversitesi’nde kadınların kan örnekleri
üzerinde yapılan bir çalışmada, GDO’lu gıdalarla beslenen kadınların-hatta bu
çalışmada yer alan 30 hamile kadının karınlarındaki doğmamış bebeklerinin
kanında dahi bitkilere aktarılmış olan bakterinin zehrini tespit edilmiştir
(Aris and Leblanc, 2011). Gönüllü insan denekler üzerinde sadece GDO’lu soya
yedirilmek suretiyle gerçekleştirilen bir çalışmada, GDO’lu DNA’nın sindirim sisteminde
tamamıyla parçalanmadığı ve bağırsak bakterilerine geçtiği tespit edilmiştir
(Heritage, 2004; Netherwood, et al. 2004). Bu da bize GDO’lu DNA parçalarındaki
antibiyotik direnç genlerinin sindirim sistemimizde hastalık yapan bakterilere
geçmesi halinde ciddi bir rahatsızlıkta antibiyotik tedavisinden fayda
bulmayacağımızı göstermektedir. GDO’lu yemle yapılan hayvan besleme
denemelerinde ise özellikle sindirim sistemi ile karaciğer ve böbreklerde
tahribat, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve kısırlık gibi olumsuzluklara
rastlanmaktadır (Zentek et al, 2008; Hines 1993; Trabalza-Marunicci et al,
2008; Finamore, 2008). GDO’lu ürünlerle kullanılan tarım ilaçlarının insan
hücrelerinde zehirli etki gösterdiği saptanmıştır (Gasnier et al, 2009). Bu
nedenle ülkemizde de gıda amaçlı GDO başvurularını değerlendiren Biyogüvenlik
Kurulu’nun Bilimsel Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komiteleri GDO’ları halk
sağlığı açısından önemli bir risk olarak görmüş ve hiçbirinin gıda amaçlı
kullanımlarına onay vermemiştir. Bu bilimsel verilerden hareketle “GDO’lara
karşı çıkmanın ne demek olduğu” yanında, tüm bu gerçeklere karşın “hiç
sorgulamaksızın GDO hayranı olmanın ne demek olduğunu” kamuoyunun
takdirine bırakıyoruz.
Soğuğa ve
susuzluğa dayanıklı buğdayın doğada var olduğunu mu sanıyorsunuz? Hibrit
domates tohumu yaratılmamış olsaydı domates bu kadar ucuz ve dünyada bu kadar
çok insan için ulaşılabilir olur muydu sanıyorsunuz?
Evet efendim, dünyada
soğuğa da kuraklığa da dayanıklı buğday çeşidi vardır ve üstelik GDO’suzdur. Ülkemizde
de Tarım Bakanlığı bünyesindeki araştırma enstitülerimizin soğuğa, kışa ve
kuraklığa karşı geliştirdikleri pek çok buğday çeşidi vardır. Hem de GDO’suz.
GDO’lu buğdayı 2002 yılında Monsanto yaratmıştır. Köşe yazarlarımızın gönlünden
geçen amaçlar için değil, tarım ilacı satışlarını artırsınlar diye yabancı ot
ilacına dayanıklı tohum geliştirmişlerdir. Söz konusu çokuluslu şirket ABD ve
Kanada’da yapmış olduğu ticari amaçlı üretim başvurusunu, henüz izin işlemi
tamamlamadan 2004 yılında geri çekmiştir. Yani dünyanın hiçbir yerinde izin
almış GDO’lu bir buğday çeşidi yoktur. Diğer yandan hibrit domates GDO’lu
domates değildir. Hibrit, birbirini dölleyebilen bitkilerin oluşturduğu
melezdir. GDO’da ise tohuma bir toprak bakterisinin zehir salgılayan genini
aktararak, bitkinin tüm dokularında zehirli protein üretimi sağlanmaktadır.
Hibriti doğa yaparken GDO ancak laboratuvarda ileri teknoloji kullanılarak
oluşturulabilmektedir. GDO’yu güzel göstermek için verilen örneklerin GDO’larla
uzaktan yakından ilgisi yoktur.
İşin en üzücü yanı…
Halkımız GDO’nun ne
demek olduğunu, hatta ne demek olmadığını dahi anlamışken, “bazı
akademisyenlerimizin” son derece yanlış verilerle dolu, biyoteknoloji,
GDO, hibrit kavramlarını bilmeyen ve yanlış kullanan, kötüyü güzel göstermek
için kötü örneklerle destekleyen ve burada yanlışlarını düzeltmeye çalıştığımız
gazete yazılarına “GDO’ya objektif bir yaklaşım, rehberi bilim olanların bakış açısı”
şeklinde yorum yapmaları, gülünesi değil, ağlanası bir durumdur!
Sonuç olarak;
GDO’lar dünyadaki açları değil, çokuluslu
şirketleri besleme projesidir.
GDO’lar
tüm dünya çiftçilerini tohum ve tarım ilacı kapsamında sadece birkaç çokuluslu
şirkete bağlama projesidir.
GDO’lar dünyadaki açlığa ya da tokluğa sadece
birkaç çokuluslu şirketin karar verme projesidir.
GDO’lar tüm insanlığı birkaç çokuluslu şirketin
yönetmesi projesidir.
GDO’lar
biyolojik çeşitliliğin azaltılması, tek bir ürünün geniş alanlarda
yetiştirilmesi (monokültür) projesidir.
GDO’lar tüm insanlığın ve tabiatın kobay olarak
kullanılması projesidir.
GDO’lar bilimin ticarileştirilmesi ve
gerçeklerin üzerinin örtülmesi projesidir.
GDO
taraftarları, aslında tüm bu olumsuzlukları çok iyi bildiklerinden gıdaların
üzerine “GDO’ludur” yazmaya yanaşmamaktadır.
Ülkemizde
GDO’ya değil, kendimize yeterliliği hedefleyen doğru bir tarım politikasına
ihtiyaç vardır.
İnsan
ve hayvan sağlığı ile biyolojik çeşitliliğin korunması için tüm veriler
insanoğlunun GDO’lu tohumlardan, bunlarla üretilmiş tarım ürünlerinden ve
gıdalardan, GDO’lu yemle beslenmiş hayvansal ürünlerden uzak durması
gerektiğini göstermektedir. Bunu sağlayabilmek için de başta GDO’ya Hayır
Platformu olmak üzere meslek odalarına, çiftçi örgütlerine, sendikalara, tüketici
derneklerine ve çevre örgütlerine büyük sorumluluk düşmektedir.
*GDO’ya Hayır Platformu
*GDO’ya Hayır Platformu, 2004 yılından bu güne
seksenden fazla kurumsal üyesiyle çevre, ekoloji, biyoçeşitlilik, insan ve
hayvan sağlığını koruma mücadelesini, bilgilendirme ve bilinçlendirme
çalışmalarını yılmadan sürdürmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkür Ederim.