Ankara Su Ürünleri Müdürlüğü İstişare Kurulu Toplantısı

İstişare ve balıkçının 'göbeği'ne dair

İstişare ve balıkçının 'göbeği'ne dair

TAN MORGÜL

Radikal Hayat / 25/06/2012
Geleneksel kıyı balıkçısının salondaki 'kalabalık pozu' endüstriyel balıkçıyı pek mutlu etmedi. Bilimsel kanattan gelen veriler 'rahatsızlığı' arttırdı. Başkentte toplanan balıkçılık istişare kurulu toplantısından izlenimler...
Önce Ankara’nın taşına bakalım: Kentin yıllardır gördüğü Gökçek ‘terapisi’, meyvelerini vermeye başlamış. Yayasını yer altı ‘saraylarına’ sokup, üst geçitlerde mehtaba çıkaracak kadar mahremine alan, trafikte kişi başına düşen ‘buse’ oranını istikrarlı bir şekilde arttıran bu sevgi öbeği, şimdi de bulduğu her yalnız (dolayısıyla sevgisiz) boşluklara tutkuyla beton akıtıyor. Hafta arası metro inşaatı çöküp de ahalinin yollarda birbirleriyle kurduğu samimi, bir o kadar da sıcak ilişkiye denk gelince, Ankaralıların pek ‘şanslı’ insanlar olduğunu düşünmeden edemedik. Etrafları adeta her köşe başını, bulduğu ilk fırsatta enseye, kulak memesine kadar yanaşıp aşklarını üfleyecek hizmet erleri ile çevrilmiş. Siz de yolunuzu Ankara’ya düşürürseniz ‘Şirinler’i görebilirsiniz. Hem de her gün; uslu olmanıza da gerek yok hani...

Ateşli toplantıdan notlar 
Başkentimizde yaşadığımız bu enfes anlara ara verip, kente gidişimizin asli sebebine vakıf olalım: Çarşamba günü, 1380 sayılı (sucul kaynakların yönetimini düzenlemekle mükellef) kanunun yeni halini istişare etmek için Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Müdürlüğü’nün davetiyle toplaştık.
Toplantının ana gövdesini, farklı sektörlerde, dolayısıyla menfaat gruplarında mukim balıkçılar, kooperatif başkanları, birlik başkanları oluştururken, sürece bilimsel katkı ve önerilerde bulunmuş akademisyenler, vicdani müdahalede bulunmuş sivil toplum aktivistler ve ev sahibi olarak da bakanlık bürokratları salonda yerini almıştı.
Rutin olarak düzenlenen bu toplantıyı, öncekilerden ayıran ise ‘kıyı (geleneksel) balıkçısının’ belki de ilk defa salonda bu denli kalabalık poz vermesiydi. Bu durum haliyle endüstriyel balıkçıyı pek mesut etmedi. Kıyı balıkçısının sayısından rahatsız olmaktan çok, katılım nedeni ve kampanyalarının yavaş yavaş da olsa etkilediği kamuoyu gücünün varlığıydı. Ezcümle, pek ateşli ve hareketli bir güne tanık olduk. Slow Food Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek bütün gün bıkmadan, usanmadan, onca hakarete rağmen, direncini ve nezaketini de yitirmeden toplantının hararetini tutup, notlarını da Radikal okuru ile paylaştı. Biz de daha resmi olarak yayımlanmamış tebliğ sonuçlarına girmeden, usule dair birkaç kelam edelim.
Belli oldu ki kısıtlı olanaklara rağmen, kıymetli çabalarla çıkan ‘bilimsel verilerin’, açıklanmasından önce, bazı balıkçılardan ‘izin’ alınması gerekiyormuş. Koruma alanları, avlanma araçları ve sahaları konusunda yapılan ‘ilmi önerilere’ en ‘sert’ tepki “Sen hiç eline ağ aldın mı?”, en yumuşak tepki ise “Siz Ege’de çalıştınız, Karadeniz’i bilmezsiniz” idi. Bilim insanının ailesinin balıkçı olması, kendisinin de balıkçılık yapması bu ‘kaçak’ tepkiyi silikleştirirken, Karadeniz’deki çalışmalarda da aynı sonucun çıkması - ki var da - sonucunda balıkçının bu sefer ne bahane bulacağı merak konusudur. Motivasyon çok nettir: Ticari.
Usulden devam edelim: Greenpeace Akdeniz’den temsilcinin palamut boyuna dair ‘hayal kırıklıklarını’ imlediği yorum sonrasında gösterilen sertliğin boyutu şaşırtıcı olmasa da kendisini ‘cerrah hekim’ olarak tanıtan ve bu referansla, âkil adam pozisyonu alacağına hükmeden balıkçının (tabii ki büyük), “Az önce yaşadığınızdan üzüntü duyduğumu söylemeyeceğim” kelamı ise, sinik ve sıkıcı demagojinin basit bir temsiliydi. Akli duruşu geçtim, hafif vicdani bir duruş bile, öylesi bir ortamda karşısındakinin yaşadığı durum ile empati kurardı. Lakin ticari menfaat başka, gönüllülük başka bir şey...
Endüstriyel balıkçılıkla, sürdürülebilir balıkçılık arasındaki münakaşanın tansiyonu, içli tiratlarla harlanırken, hem salon içinde hem salon dışında gördüğümüz acayip performansı da imleyelim. O kadar otantik bir lezzet ki... Dertli gönüllere giren bir tirat atınca kendinden geçip, alkışlar arasında kendini dışarı atmak; “Ben dinlemem arkadaş, lafımı çakarım, ben zaten her şeyi biliyorum!” yollu bu şımarık ergen tavra memleketin her köşesinde tanık olmuşuzdur. Hele, ortada yalnız bir öteki ve elde temiz bir klişe varsa bu kofti racon daha yoğun ateşle harlanır. Misal toplantıda bir ‘tirat kapanış’ cümlesi: “Göbeğimi kesecekse balıkçı kessin, iki entel bir dantel değil...” Ve perde kapanır, arkadaş salonu terk eder, ama dayanamaz, tekrar içeri girer ki az önce doyamadığı ilgiye bir daha mazhar olsun. Tabii, hâlâ kalmışsa...
Bu harareti baştan sonra dinleyip, yöneten Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürü Durali Koçak ve Daire Başkanı Turgay Yılmaz’a sabırları için tebriklerimizi iletelim. Özellikle, ortamı tehdit ve hakaret kavurduğunda, ‘yasal, bilimsel, ahlaki ’ müdahaleleri önemliydi.
Durali Koçak’ın kelamı ile bitirelim: “Tüm amacımız, balığın öncekinden daha az tutulmasını sağlamak ve canlılara en azından bir kere üreme şansı vermek. Çünkü hepimiz gördük, artık böyle gitmiyor ve deniz bitiyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkür Ederim.