Çatalın Ucu Devrim

Çatalın ucu devrim

21/06/2012
Radikal

Çatalın ucu devrim
4 yılda bir yapılan toplantıda salonu yakasına lüfer koruma timi rozeti takmış balıkçılar doldurdu.
Dün denizlerimizin, balığımızın yönetimine dair fevkalade eğitici, zaman zaman hüzünlü ancak bir o kadar da umut dolu tecrübe yaşadım: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda, Balıkçılık ve Su Ürünleri Müdürlüğü yönetiminde toplanan istişare toplantısına katıldım.

Hatırlatmaya gerek yok, takibindesiniz şüphesiz. Dünyanın sucul kaynakları sıkı bir yokoluşun pençesinde. Elbette, insan eliyle! Türkiye’nın sularına, denizlerine, sucul hayatının çeşitliliğine baktığımızda ise, bizlerin de kalben iyi, vicdanen temiz ya da doğasına adil bir yolda olmadığımızı görüyor en niyet etmeyen göz bile! TURMEPA’nın rakamları Marmara’da sadece 143 türün kaybolduğunu vurgularken av baskısı nedeniyle uskumrusunu, orkinosunu kaybetmiş olan İstanbul Boğazı, hepimiz biliyoruz ki lüferini de, palamutunu da kaybetmenin çeyrek adım gerisinde!

Az kaldı, bile bile lades, gidecek bu balıklar sularımızdan. Terkedecekler bizi.

Gene hatırlatmaya gerek yok ki, gerek bizim, Slow Food Fikir Sahibi Damaklar’ın ve gerekse de Greenpeace Akdeniz’in kampanyaları neticesi ancak tek bir arpa boyu artan idrakımız bile, hepimizi, tezgahların avlanması yasak balıklarla dolu olduğuna uyandırdı!

Çaresizliğimiz her bir market ziyaretimizde, her bir “5 liraya çinekop” etiketinde, her bir leğen içinde satılan sözde “olta balığı”nda katlanıyor, doluyu doldurmayan, boşun almadığı bir sorumluluk olarak geleceğimizi karartıyor.

Dolayısıyla dün, arkadaşlarımla birlikte Ankara’daydım.

Lüferin kuyruğuna takılıp yaptığım bu kaçıncı Ankara ziyareti, bilmiyorum artık. Ama kaçırasım da yoktu.

İyi ki gitmişim!

Aslında bu rutin bir toplantı. İstişare diyorlar adına.

Dört yılda bir bir araya geliniyor ve sucul kaynakların yönetimini düzenleyen 1380 sayılı kanunun yönetmelikleri gözden geçiriliyor, talep ve öneriler değerlendiriliyor ve sirküler halinde yayınlanmak üzere neticeleniyor. Katılımcılar da konuyu en yakından takip edenler zaten. Balıkçılar, kooperatif başkanları, birlik başkanları, bürokratlar, kamu kurum temsilcileri ve akademisyenler.

Slow Food Fikir Sahibi Damaklar olarak biz, en yeni, en toy katılımcısıyız bu toplantıların.

Rutin bir toplantı dedim, sahiden de öyle, gerek akademisyenler ve gerekse de balıkçılar bakanlığa konu hakkında görüş ve önerilerini aylar öncesinden sundular. Yetmedi, balıkçılar su ürünleri birlikleri olarak üst birliğin yönetiminde toplantılar yaptı ve ortak bir öneri de öyle sundu!

Dolayısıyla dün yapılan bu toplantının gündemi haftalar öncesinden belli olduğu gibi, sunulan maddeleri ise basıma hazır kalitede bitirilmişlerdi bile. Bununla birlikte yapılması öngörülen her bir değişiklik projektörle yansıtıldığı duvardan katılımcılara tanıtıldı, taraflarının itirazları dinlendi ve aslında çoktan konuşulmuş ve tamamlanmış oldukları halde tümü teker teker konu edildi.

Bununla beraber, bu toplantıda bir fevkaladelik vardı ki müjdemi isterim, diye anlatacağım: salon hınca hınç balıkçı doluydu!

Şöyle anlatayım size, sadece İstanbul’dan 6-7 otobüs dolusu küçük boyutlu, kıyı balıkçılığı yapan dost gelmişti!

Gelir gelmez yakalarına taktıkları “lüfer koruma timi” rozetleriyle salona girdiler ve büyük balıkçı reislerimizi fevkalade huzursuz eden, hatta öfkelendirdiği açık, koltuklardaki yerlerini aldılar ve kıyı balıkçısını, küçük boyutta var olmaya çalışan ve bu nedenle de aslında sürdürülebilirliğine inandığım balıkçılığı dolu dolu temsil ettiler.

İlk kez, diyeceğim!

Yetinmeyecek, denizinin tasasında olanların gövde gösterisiydi bu, diyeceğim!

Bu, denizlerimiz, balıkçılığımız adına, sucul kaynaklarımızın yönetimi adına gerçek bir devrim, diye de ekleyeceğim!

Çok etkileyiciydi!

Gelecek adına umutla doldum!

İlk kez büyük boyutlu teknelerinin kapasitesi, uluslararası sulardaki balık avına dair izinler ya da Somali’de av imkanları değil de, örneğin Adalar arasında kalmayan balıkların, korumacılığın, koruma sahalarının lafı edildi, bunları hem de bizzat küçük balıkçıdan duyduk. İlk kez büyüklerin meseleleri kapalı kapıların arkasında kotardığının dedikodusunu değil, açık açık savrulan tehditlerin arasında “bu denizi kuruttunuz” diye feryad eden balıkçıyı duyduk!

Dün o salonda yaşananların adını tarih koyacak.

Her ne kadar çinekop yasağına dair bir dolu taşı attıysa da büyük balıkçılar; her ne kadar lanet okuyup durdularsa da yüzümüze; her ne kadar beni “çiftlikçilerin adamı” olmakla suçladılar ve tek bir gram dahi kendilerinde aramadılarsa da denizdeki erimeyi, stoklardaki çöküşü... Greenpeace Akdeniz palamutta avlanma boyu değişmedi diye haklı hayal kırıklığını ifade ettiğinde neredeyse yıkıldıysa da salon uğultudan... Boy yasağı yerine hesabı kitabı olmayan bir kotayı önerdilerse de kafa karıştırmak için ve her bir “av baskısı” vurgusuna “deniz kirliliği” diye cevap verdilerse de... Gerek Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ve gerekse de küçük balıkçılarımız alınması gereken kararlardan geri adım atılmamasını sağladılar.

Tüm maddeler basılmaya hazır haldeydi zaten dedim ama, bir kaç konu özellikle hararetli tartışmaya sebep oldu. Örneğin trol avcıları kıyıya 3 mil olan avlanma mesafelerini 1,5 mile indirmek için çok gayret gösterdiler. Marmaralı gırgır reisleri lüferde boy altı av oranını %5’den %15’e çıkartmak için çok gayret ettiler.

Genel müdürlüğün hakkını vermek gerek, kalabalığın bağırtısına bakmaksızın, adım adım da olsa, kimi adımın atılışı bize yavaş da gelse, üç-dört yıl önceki yönetim biçiminden defa defa daha korumacı, yokoluşun daha bir idrakında ve düzen disiplin getirmeye çok daha kararlı adımlar attı.

Ben dün, fevkalade bir tecrübe yaşadım.

Olayları nakletmek dahi zor, hızla ve bir dolu şey, aynı anda ve birbirine rağmen olurken benim en çok ayak direyenler dikkatimi çekti. Bugün size onları anlatmak istedim. Geleceğe umutla bakmamıza bir ihtimal yaratanlardan bahsetmek istedim. Yarın, tezgahta 20 cm altında lüfer gördüğünüzde, yani çinekop, yani sarıkanat.. 174’ü aramanız gerektiğini hatırlatmak ve size “arayın çünkü küçük balıkçısı da bu denizin, artık açtı bayrağını” demek istedim.

Ben tüm bunları dedikten sonra benimle beraber burada olan Slow Food Fikir Sahibi Damaklar aktivistleri ne dediler, onu da aktarayım: “Bugün istanbul’un kıyı balıkçısıyla beraber ve samimiyetle bir rozet paylaştıysak, yarına dair daha çok umudumuz var: ortak kaynağımızın derdine düşüp, birlikte çözümler üretmek umudu!”

İstanbullu balıkçıyı organize edip Ankaralar’da bir arada tutan İstanbul Su Ürünleri Kooperatifler Birliği başkanı Erdoğan Kartal’ın sözleri de farklı değil, bizim aktivistlerinkinden: “Sürdürülebilir balıkçılığa doğru bir adım daha attık, birlikte!”

Son bir sözü de bizlerle birlikte toplantıyı izleyen Greenpeace Akdeniz’e bırakmak isterim: “Kıyı balıçılarını balıkçıdan saymayan ve denizi fütursuzca sömürülecek sonsuz bir kaynak gibi gören endüstriyel balıkçılığın devrinin sona erdiğini “biz balıkçılık yapıyoruz, siz ise katliam!” sözleriyle yine bir kıyı balıkçısı gösterdi bize. Tebliğ taslak çalışmasında ise kalkan boyunun 45 santime çıkması memnuniyet verici olsa da palamut ile ilgili bir değişikliğin yapılmamış olması hayal kırıcı oldu. Levrek boyunun 25 santime çıkması da, 35 santim olan talebimizin gerisinde kalan bir düzenleme olsa da kısmen olumlu bir ilk adım olarak değerlendirilebilir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkür Ederim.